Meslek Hastalığı Tanısı Neden Konulamıyor

                                                              Dünya Sağlık Örgütü, Sağlık kavramını sadece hasta veya sakat olmama hali değil, fiziksel ruhsal ve sosyal açıdan iyi olma hali olarak tanımlanmıştır.

 

Çalışanların fiziksel ve psikolojik yönden sağlıklı olmasını sağlamak, sürdürmek ve çalışma koşullarından kaynaklanabilecek sağlık sorunlarından korumak iş sağlığının temel amaçları arasındadır.

 

Mevzuatımız, meslek hastalığını, sigortalının çalıştığı veya yaptığı işin niteliğinden dolayı tekrarlanan bir sebeple veya işin yürütüm şartları yüzünden uğradığı geçici veya sürekli hastalık, bedensel veya ruhsal özürlülük halleridir. Diye tanımlıyor. Tanıma göre iş hastalığı dersek daha doğru olur. Çalışanın hastalanması mesleği ile ilgili değil, işyeri ortamı ve işin niteliği ile ilgilidir.

 

Ülkemizde İş Sağlığı ve Güvenliği alanındaki en büyük sorunlardan bir tanesi gerçek durumu yansıtamayan istatistiklerimizdir. Meslek hastalıklarının tanı&bildirimi aşamasındaki eksiklikler, ülkemizde “gerçek” tablonun yansıtılabilmesinin önündeki en büyük engeldir.

 

2006-2008 yılı Ulusal İş Sağlığı ve Güvenliği Politika belgesinde Meslek hastalığı tanısının %500 artırılması hedeflenmişti. Bu hedefe ulaşsaydık 2006 yılında 440 olan meslek hastalığı tanısı 2018 yılı sonunda 55.000 olması gerekecek. 12 yılda, meslek hastalıkları tanısı bir türlü 700 ü geçemedi. Literatüre göre, meslek hastalığı sayısı istihdamın binde 4-12 arasında olması gerekir. İstihdamın 24.000.000 olduğunu düşünür isek gerçekte meslek hastalığı sayısının yılda en az 96.000 olması gerekir.

 

İş Sağlığı ve Güvenliği Kanununun 14. Maddesi, İş kazası ve meslek hastalıklarının kayıt ve bildiriminin nasıl yapılacağını düzenlemekte ve “Bu maddenin uygulanmasına ilişkin usul ve esaslar, Sağlık Bakanlığının uygun görüşü alınarak Bakanlıkça belirlenir.” Demektedir. Bugüne kadar düzenlemenin yapılamamış olması Sağlık Bakanlığının uygun görüşünün alınamadığını düşündürmektedir.

 

İşyeri Hekimi de, Aile Hekimi ve sağlık hizmeti sunucuları gibi, e-Nabız Kişisel Sağlık Sistemine entegre olmalıdır. İşyeri hekimleri, e-Nabız üzerinden çalışanın sağlık gözetimini yapmaları halinde meslek hastalıklarının kayıt ve bildirimi, çalışanların kullandıkları ilaçlar, yapılan tetkikler ve raporlar sağlıklı olarak kayıt altına alınabilecektir.

 

2 milyon inşaat işçisinin, çalışma hayatı boyunca onlarca işverenin çalışanı olduğunu ve işverenlerinin sağlık raporlarını 15 yıl süre ile düzenli muhafaza edemediklerini biliyoruz. Aynı yıl içinde birden çok işyerinde çalışan inşaat işçisine her işyerinde aynı yıl içinde röntgen çektirildiğini ve sağlık tetkikleri istendiğini üzülerek izliyoruz. Yapılan bu tetkik ve röntgenlerin 15 yıl işverenince muhafazası mevzuat gereği, ancak İşverenin bu sorumluluğunu yerine getirebilmesi olanaksızdır.

 

50 den az çalışanı olan tehlikeli ve az tehlikeli sınıftaki işyerlerinin işyeri hekimliği, işyeri hekimliği belgesine sahip aile hekimlerince ücretsiz yapılmalıdır. Aile hekimleri görevli oldukları işyerlerinin çalışanları sayılarına göre ek ücretlerini Bakanlık’tan almalıdırlar. Diğer işyerlerinde görevli işyeri hekimlerinin e-Nabız kişisel Sağlık Sistemine gerekli sağlık kayıtlarını girebilmeleri sağlanmalıdır.

 

En önemlisi, meslek hastalığının tanısının konulabilmesi için, İş Güvenliği Uzmanı ile İşyeri Hekimi ücretlerini işverenden değil, SGK primlerinden ayrılan paylardan oluşan bir FON’dan almalılar derim.

Yorum Yap